27 Ağustos 2012 Pazartesi

Sinop Gezisi…











Bayram sonrasında evimize dönmeden bir gün önce eşimin “Sinop’a gidelim” teklifiyle kayınvalidemlerle beraber bir-iki saat içerisinde hazırlanıp yola çıktık. Biz Kargı’dan yola çıkıp Boyabat yolunu kullanarak 3 saatlik bir yolculuk sonunda Sinop’a ulaştık. 3 saatlik kısa yolculuğumuzda bazen yağmurlu, bazen kapalı, bazen de güneşli havasıyla beni şaşırtmayı başardı Karadeniz. Sinop il sınırına ulaştığımızda ise bizi kendine hayran bırakan masmavi denizi ve gökyüzü karşıladı. Eksiklikleri olan bir şehir olmasına rağmen (böyle düşünmemin en büyük sebebi köşe başlarında sıkça rastladığım çöpler oldu) gidilip görülesi yerlerden, yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Bir de ben fotoğrafını çekmeyi unutsam da harika balıklarından yemeden dönmeyin.
















Anadolu’nun en kuzey noktası olan İnce Burun 'a doğu yönde bağlanan bir kale-şehir olarak kurulmuş ve tarih boyunca doğu yönde gelişmiştir. Kale dışına pek taşmayan şehir, bir liman kenti özelliği taşır. Şehrin biri kuzeybatısında, biri güneydoğusunda olmak üzere iki limanı vardır. Esas limanı, güneydoğudaki koyda bulunur. Kuzey doğusunda ki dış liman fırtınalara açık olduğu ve denizcilik bakımından kullanışlı sayılmadığı halde, Antikçağ 'da daha çok bu limanın kullanıldığı bilinir. Zamanla kum dolup kullanılamaz hale gelmiştir.







Yarımadanın güney yönündeki iç liman ise rüzgârlara kapalı konumuyla ve sakin deniziyle güney Karadeniz'in en önemli limanıdır. Bu özellikleri nedeniyle "Akdeniz" ismini almıştır. Tarih boyunca işlek bir liman yaşantısı ve tersane faaliyeti bu limanda gerçekleşmiştir. 19. Yüzyıla kadar tamamen ayakta duran surlardan ise günümüze büyük bir kısmı kalmıştır ve yıkıntılarından rekonstrüksiyonu yapılabilir. Şehir, doğu yönünde Boztepe Burnuna doğru daha yoğun olarak gelişmiştir. Aynı burundaki Hıdırlık tepesinin, 187 metreye kadar yükseltisi bulunmakta ve deniz yönünde dik yarlar ile kuşatılmaktadır. Bu durum, şehrin deniz yönünden ve berzahtan zapt edilmesini imkânsız hale getirmektedir.















Antik çağdan beri parlak ve yoğun bir ticari, kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bu niteliğini Bizans, Selçuklu, Candaroğlu ve Osmanlı yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden biri olmuştur. Bu durumunu Sinop Baskını'ndan sonra kaybetmeye başlayan kentteki gelişim süreci, güneydoğu ve batı yönündeki kentleşme ile surların dışına taşmıştır. Antikçağ'dan beri Sinop’un ulaşım omurgasını, Boyabat yolu ile bu yolun şehir içindeki devamı olan Sakarya, Cumhuriyet ve Fatih caddeleri oluşturur. Bu eksendeki en önemli dikey bağlantı, Valilik ve Belediye önünden geçen Gazi Caddesidir. Batısı Kastamonu, güneyi Çorum, güneydoğusu Samsun illeri, kuzeyi ise Karadeniz ile çevrilidir. 475 km. uzunluğundaki sınırlarının 300 km'si kara, 175 km'si ise deniz kıyısıdır. Önemli akarsulardan Gökırmak Boyabat ovasını sulayıp Kızılırmak'a karışır.
















1214 yılında, Anadolu Selçuklu Hükümdarı İzzeddin Keykavus tarafından ele geçirilen Sinop Kalesi’nde daha sonra savunmayı güçlendirmek için bir İçkale oluşturulmuştur. İçkale, Tarihi Cezaevi, Eski Otogar Mevkii ve şimdiki Askerlik Şubesi’nin bulunduğu alandan oluşur.















Tarihi Sinop Cezaevi


Yapılışından itibaren aynı zamanda tersane olarak kullanılan İçkale’nin burçları 1560 yılından itibaren ise zindan olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Selçuklu Dönemi’nden itibaren uzun süre tersane ve zindan olarak kullanılan İçkale’nin güney kısmına; Mutasarrıf Veysel Paşa zamanında, 1887 yılında Cezaevi binası yapılmıştır.

Eski Cezaevi binası; iki katlı olup, geniş U şeklinde, kesme taştan yapılmış, çok sayıda penceresi olan bir yapıdır. Her bölümü yüksek avlu duvarları ile birbirinden ayrılmış bulunan üç bölümden oluşmaktadır. Yapıda 28 koğuş bulunmaktadır. Cezaevinde ana binadan ayrı olarak binanın güneydoğu cephesinde cezaevi ile aynı zamanda yapılan bir hamam, kuzey cephesinde kalan bölümde 1939 yılında yapılan Çocuk Islahevi ve İçkale’yi oluşturan kuzey-güney konumlu surun doğu cephesine bitişik atölyeler bulunmaktadır. 1996 yılında tamamen boşaltılan cezaevi, günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ziyaretlere açılmıştır.




 









Gün batımı ile Sinop’tan ayrılıp,















Son anda Gerze’yi de görelim diyerek gün geceye dönerken dönüş yolculuğumuza başlayıp, gecenin karanlığında evimize sağlıkla ulaşarak bir günü daha bitirdik…













15 Ağustos 2012 Çarşamba

2012’nin son iftar davet sofraları…














İlk sırada benim arkadaşlarımız için geçen haftalarda hazırladığım iftar sofrası var. Şimdilik sofraları paylaşıp kalan tarifleri bayram sonrasında yayınlamayı düşünüyorum nasip olursa…





Menü;




  • Tarhana çorbası

  • Pilav

  • Güveçte bezelyeli et yemeği

  • Hünkârbeğendi

  • Taze fasulye

  • Yaprak sarması

  • Salata

  • Lokma tatlısı




















Arkadaşım Elmas’ın bizler için hazırladığı iftar menüsü;






  • Mantı

  • Pilav

  • İslim kebabı

  • Fırında baharatlı patates

  • Güveçte Kuru fasulye

  • Salata

  • Yufkalı Kadayıf tatlısı

















Arkadaşım Özlem’in bizler için hazırladığı iftar menüsü;






  • Domates çorbası

  • Pilav

  • Fırında tavuk sote

  • Patlıcan kebabı

  • Köfteli pide kebabı

  • Nohut salatası

  • Kakaolu şekerpare

  • Tulumba tatlısı








13 Ağustos 2012 Pazartesi

Mini iftar sofrası












Hafta içi ailemiz için hazırladığım iftar soframız.







Menü;




  • İftariyelikler

  • Çorba

  • Köfteli çökertme kebabı

  • Taze bamya yemeği





Hurmalı kek














Dondurucuda bekleyen hurmalarla kurabiye ya da kek yapma fikrim vardı ama nasıl bir tarif olacağına karar veremiyordum.

Disal hurmalı kek tarifini paylaştığında karar verip hemen denedim. Hurma ve çikolatayı birbirine yakıştırıyorsanız mutlaka denemenizi tavsiye ederim zira çok lezzetli oluyor.







Malzemeler:




  • 3 adet yumurta

  • 1 su bardağı toz şeker

  • 1 su bardağı süt

  • 1 su bardağından bir parmak eksik sıvı yağ

  • 2 yemek kaşığı kakao

  • Yarım kg hurma( yarım gün suda bekletip, kabukları soyulacak, çekirdekleri çıkacak)

  • 1 paket kabartma tozu

  • Yeteri kadar un


Üzeri için; 100 gr sütlü çikolata





Hazırlanması:




  • Yumurta ve şekeri mikserle iyice çırpın.

  • Sıvı yağ, süt ve kakaoyu ilave dip tekrar çırpın

  • Hurmaları ekleyin.(doğramaya gerek kalmadan çırpıcı ile çırpılırken hurmalar dağılacaktır)

  • Kabartma tozu, vanilya ve un ekleyerek çok katı olmayan bir kek hamuru hazırlayın.

  • Düz fırın tepsisini yağlayın. Akıcı şekilde olan kek hamurunu tepsiye dökün.

  • 180 derece fırında batırdığınız kürdan temiz çıkana kadar pişirin.

  • Kek soğuyunca küçük karelere kesin.

  • Çikolatayı benmari usulü eritin

  • Kestiğiniz keklerin yarısını çikolataya bulanacak şekilde batırın.

  • Yağlı kâğıt serili tepsiye çikolatalı kek küplerini dizin.

  • Çikolatalar donduğunda servis tabağına alın.


Benden notlar;


Ben hurmaları yarım gün değil, birkaç saat suda beklettim.

Çekirdeklerini çıkardım ve kabuklarını soymadan küp küp doğrayıp kek hamuruna ilave ettim.

Düz fırın tepsisinde pişirmek yerine küçük muffin kalıplarımı kullandım.



11 Ağustos 2012 Cumartesi

Beş iftar sofrası (2012)

















Ramazan’ın bitmesine çok kısa bir süre kalmasına rağmen ben hala hazırladığım sofraları paylaşamadım. Bunda beni bırakmak istemeyen bel ağrımın payı tartışılmaz. Bugüne kadar sık hasta olmuyorum diye şükrederken şimdilerde daha kötüsü de olabilirdi diye şükretmekten başka bir şey gelmiyor elden…






















Her ramazan ayının başında çok fazla çeşit yapmayacağım diyorum ama hazırlarken bir bakıyorum bir sürü yemek hazırlanmış bile. Tek tesellim miktarları az tuttuğum için israf olmayışı ya da daha sonra ki günlerde bitiriyor oluşumuz…





















Sofralar ve misafirler değişiyor nasıl olsa rahatlığıyla menülerde çok fazla farklılık yapmadım bu sene:::))) Bir de günlük taze olarak hemen her sofraya lokma tatlısı ve ev yapımı meyve suyu (erik-karışık-vişne) hazırladım. Hurmanın yanında ise İstanbul dönüşünde Tosya’dan aldığımız Kastamonu’nun meşhur çekme ve yaz helvalarından ikram etim.



Rabbim hakkını verebildiğimiz bir ramazan ayı geçirmeyi nasip etsin inşallah…

























  • Tarhana çorbası



  • Pilav



  • Güveçte et sote



  • Tavuklu hünkârbeğendi



  • Yoğurtlu tavuklu kabak salatası



  • Semizotu salatası



  • Ezme salata



  • Tulumba tatlısı








  • Kıymalı hünkârbeğendi

  • Taze fasulye

  • Taze bamya

  • Zeytinyağlı Yaprak sarması ve biber dolması

  • Lokma tatlısı

  • Nişastalı pasta

  • Erik-karışık- vişne ve böğürtlen suyu







8 Ağustos 2012 Çarşamba

Süleymaniye Camii






İstanbul tatilimizde kuzenlerle mini bir İstanbul turu yapalım diye anlaşıp Beyazıt’tan başlamaya karar verince, Süleymaniye camiini ziyaret etmeden gitmek istemedim açıkçası. Hala, bu harika caminin iki adım ötesinde Mahmut paşa’da dört yıl (lise) okuyup ziyaret edemeyişime üzülüyorum. İstanbul’da yaşıyorsanız ya da yolunuz bir gün düşerse mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye edeceğim yerlerden…






















Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1558 yılları arasında İstanbul'da Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir.




Kaya zemine ulaşma ve temelleri tutturma işi üç yıl sürdü. Üç yıl da temel hizasındaki inşaat için çalışıldı. Bundan sonra inşaata bir yıl ara verildi. Bu, temelin iyice oturması, bütün ağırlık binince hiçbir yerinde en ufak bir çöküntü olmaması içindi. Muhteşem eser, temellerin atılmasından sonra bir yıllık bekletme süresi de dâhil olmak üzere sekiz yılda tamamlanmıştır.
















Mimar Sinan'ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen camii, medrese, kütüphane, hastane, hamam, imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olarak inşa edilmiştir. Osmanlı külliyeleri içinde Fatih külliyesinden sonra ikinci büyük külliye Süleymaniye külliyesidir. Külliye İstanbul yarımadasının Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi'ni gören ortadaki en yüksek tepesinde inşa edilmiştir.  

















Süleymaniye Camii, klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Yapımından günümüze dek İstanbul'da yüzü aşkın deprem gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak oluşmamıştır. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m. yüksekliğinde ve 27,5 m çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da görüldüğü gibi, iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunmaktadır. Bu minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli ve 76 m. yüksekliğinde, cami avlusunun kuzey köşesinde son cemaat yeri giriş cephesi duvarının köşesinde bulunan diğer iki minare ise ikişer şerefeli ve 56 m. yüksekliğindedir. Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının nedeni; Kanuni’nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah, bu dört minaredeki on şerefenin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işaretidir.







Cami, içindeki yağ lambalarından çıkan kandil islerinin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir hava akımı oluşturacak şekilde inşa edilmiştir. Camiden çıkan isler ana giriş kapısının üzerindeki odada toplanmış ve bu isler mürekkep yapımında kullanılmıştır.





Cami süslemeleri açısından sade bir yapıya sahiptir. Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılı bulunmaktadır. Caminin hattatı Hasan Çelebi'dir.

















4 Ağustos 2012 Cumartesi

Halamın iftar daveti














Ramazan ayının yaz mevsimine- tatil dönemlerine gelmesinin sevdiğim bir tarafı da uzaklardaki akrabalarla aynı sofra etrafında toplanıp iftar açabilme güzelliğini yaşayabilmek. Bir önceki yazıda bahsettiğim gibi İstanbul dönüşünde annemlerle beraber halamın iftar davetine katıldık. Böylece Tosya’nın meşhur taş fırınlarında ve cabalarında (güveçte) pişen yemeklerinin tadına bakma fırsatını da yakalamış olduk. İftardan birkaç saat önce gittiğimiz için yemeklerin hazırlık aşamalarını çekemedim ama son dakika fırından çıkmış hallerini çektim. Baştan söyleyeyim ki her şey harikaydı, anlayacağınız tüm övgüleri sonuna kadar hak ediyor bu harika yemekler…



Halamın bizler için hazırladıkları;




  • Çorba

  • Pilav

  • Keşkek

  • Güveçte Et sote (yahni)

  • Arpacık soğan yahnisi

  • Fırında tavuk

  • Güveçte patates

  • Kemalpaşa ve kadayıf tatlısı



















1 Ağustos 2012 Çarşamba

Tosya’nın Ramazan yemekleri














İstanbul dönüşünde yolumuzun üzerinde olduğu için halama uğradık. Vakit öğleden önce olduğu halde mahallede iftar hazırlıkları başlamıştı bile. Mahallede diyorum çünkü Tosya da Ramazan ayında iftar için hazırlanan yemekler taş fırınlarda pişiriliyor. Neredeyse her sokakta bulunan taş fırınlar mahalle sakinleri tarafından yakılıyor ve hazırlanan yemekler iftardan 7–8 saat öncesinden fırına veriliyor. Akşama ise sadece çorba ve tatlı yapmak kalıyor. Böylece günün geri kalan tarafını manevi açıdan değerlendirmek için epey vakitleri kalabiliyor. Biz gittiğimizde sabah saat 10 olduğu halde bütün yemekler fırına verilmişti.





 Ertesi gün halama iftar için tekrar gittiğimizde taş fırında pişen birbirinden lezzetli yemeklerin tadına bakma fırsatını yakalamış olduk. Hal böyle olunca orada yaşayanların deyimiyle Tosya da Ramazan bir başka güzel…